Okuyucularımız

28 Şubat 2014 Cuma

Kanuni ve Şehzade Mustafa'nın Öldürülmesi

   Günümüzde ilgiliyle izlenen tarihi diziler hayatmıza, düşüncelerimize yön verir oldu. Şu günlerde en çok konuşulan konu oldu Şehzade Mustafa'nın ölümü. Öldürülme sahnesi reyting rekorları kırarken, şehzadenin Bursa'da bulunan türbesi tadilatta olmasına rağmen ziyaretçi akınına uğradı. Yine Bursa'da bir vatandaş mahkemeye dava açarak Kanuni Sultan Süleyman'ın padişahlık ünvanının ondan alınması, Şehzade Mustafa'ya da itibarının geri iade edilmesi için dava açtı. Peki tarih kitaplarına ''öcü'' gözüyle bakan biz nasıl oldu da bu kadar tarih sever ve tarihi dizilerden öğrenir olduk ? İşte bu noktada arkadaşım Mehtap'la tartışmaya koyulduk. Araştırmacı-gazeteci ilan edilen ben, kütüphanenin rafları arasına yollandım kendisi tarafından. Hani için için bunu istemiyor da değildim. Bir hafta sonunda araştırdığım dokuz on kitap ve bir o kadar da videodan sonra bilgi eksikliğimizin ne denli boyutlarda olduğunu bir kez daha anladım.

   Gündemde sıkça yer alan ‘Muhteşem Yüzyıl’ dizisini ele alalım. Dizi başlangıcında tahta daha yeni çıkan I.Süleyman’ın bulunduğu Topkapı Sarayı’ndaki harem gösteriliyor. Halbuki harem o zaman daha Topkapı Sarayı’na bağlı değil, Edirne Sarayı’nın iç kısmındadır, daha sonra - rivayete göre Hürrem Sultan’ın isteği üzerine -Topkapı’ya katılıyor. Devam edelim, Sultan Süleyman döneminde kendisininde bizzat katıldığı on üç sefer mevcuttur. Ancak dizide saraydan dışarı çıkmayan aklı fikri haremde olan bir adammış gibi gösteriliyor. Tam tersi Kanuni, seksen altı yaşında bile beline urgan bağlayıp sefere çıkan bir padişahtır. Kadir Mısıroğlu, Kanuni dönemini ve haremi ele alıp incelediği bir kitabında haremde değil bir erkeğin, harem ağalarının dahi içeriye alınmadığını, haremin televizyonda gösterildiği gibi olmadığını söylüyor. Haremin amacı kızlara okuma yazma öğretilerek, meyilli olduğu bir iş üzerine eğitilmesidir.

  Diğer bir nokta da her türlü kararın sonucunu belirleyen Şeyhülislam’ın fetvaları ve dine verilen büyük önem oldukça dönemde etkiliyken, dinimizdeki mahremiyete olan özensizlik özellikle kadınların üzerinde çok normalmiş gibi gösterilmesidir. Başka bir yanlış padişahın ve sadrazamın başının açık gösterilmesi, oysa ki o dönemde uyurken bile takke takarlarmış. Başlarına taktıkları sarıklar onların rütbelerini işaret ettiği için mühim. Bir de sakal mevzu var, sakal kestirmek yasakmış. Nitekim bunun örneğini şair Şinasi’de görmek mümkün; Şinasi Bab-ı ali’de katiplik yaparken yüzünde çıkan yara sebebiyle sakalını kestirir bu durum onun katiplikten atılmasına sebep olur. Kısacası sakalsız ve başı açık dolaşmak karşındakine hakaret sayılırmış.

  Gelelim son günlerin en çok tartışılan konusuna, Şehzade Mustafa neden öldürüldü, onu ölüme götüren etken kendisi miydi yoksa onun adını kullanarak el altından iş mi çevrildi ? Bu sorular tarihçileri ikiye ayırdı. Bir kısmı tek sorumlu olarak Mustafa’yı görürken diğer bir kısmı Hürrem Sultan’ı suçlu buluyor. Şehzade Mustafa tahta en yakın olan varisti. Kanuni’nin Mahidevran-Gülbahar-‘dan olan tek oğluydu. Anlatıldığı gibi dedesi Yavuz Sultan Selim Han’a benzerliği nedeniyle halk tarafından bilhassa yeniçeri tarafından çok sevilirdi. Halkın padişah yaşlandı artık taht şehzadeye yakışır gibi söylemleri iyiden iyiye yükseldi. Amasya’da sancakbeyliği yapan şehzade Mustafa bu söylentilere ne kadar itibar etti bilinmez ama henüz elli üç yaşında olan Kanuni’nin gözünden düştüğü belliydi. Hürrem Sultan, Mahidevran’ın aksine sarayı boş bırakmamış orada kalmanın padişaha daha yakın olmanın yolunu bulmuştur. Hürrem’in sarayda kalması oğullarından birinin tahta çıkmasına tek engel olan Mustafa’nın ortadan kalkmasına olanak sağlıyordu. Rivayete göre sakal uzatıp, adına tuğra bastıran Mustafa, isyana hazırlanıyordu ancak ortada tam anlamıyla bir baş kaldırış yoktu. Şehzade Mustafa, Ahmet Şimşirliğil’in anlatımına göre civardaki beyliklerle mektuplaşıyordu hatta İran şahı Tahmasb’a tahta çıkmak için yapacağı yardımlarının karşılıklarını yazdığı kendi mührü ile basılan mektuplar, Topkapı müzesinde sergilenmekte. Peki mektupları yazan şehzadenin kendisi mi yoksa Hürrem Sultan ve damadı Rüstem Paşa mı ? Tarihçilerin ayrıldığı nokta buradan başlıyor. Kimi tarih yazarları; ''Hürrem yerine Mahidevran olsa o da aynı şeyi yapar neticede o sadece oğullarının geleceklerini hazırlayan bir anne, Rüstem Paşa’da yerini korumaya çalışan bir adam'' diyerek telkinde bulunuyor. Kimileri ise Şehzade Mustafa suçsuz yere idam edildi onun hiçbir suçu günahı yok, bütün suç Kanuni’yi kandıran Hürrem Sultan’ın diyor. Bunları söyleyenlerin çoğu televizyonda gösterilen kurguya inananlar. Çünkü orada Sultan Süleyman, Hürrem’in lafı ile hareket eden aciz biri gibi gösteriliyor. Sultan Süleyman - ki kırk altı sene hüküm sürmüş bir padişah- kendi oğlunun ölümünü emretmesindeki sebep ileri görüşlü bir zat olmasından mütevellittir. Bu ve bu gibi olaylar sadece Kanuni döneminde yaşanmamıştır daha önce ve daha sonra ki dönemlerde de şehzadelerin boğdurulması ya da zehirletilmesi bilinen gerçekler arasındadır.  On altıncı asırda öne çıkan olaylardan biri olan şehzade Mustafa’nın idam edilmesi, Kanuni’nin aldığı aceleci karar ile olmuştur. Mustafa Armağan bir röportajında: ‘ Eğer Kanuni acele etmeyip, Mustafa’nın niyetini öğrenseydi ortada idam için tam anlamıyla bir sebep olurdu. Tahta çıkmak için bedellerin ödeneceği kesindi ama hüküm vermekte acele edilmemeliydi’ diyor.

   Kanuni’nin gönlünde Hürrem’den  olan oğlu Mehmet vardı diyor tarih kitapları. Ancak genç yaşta vefat edince; halkın ve ordunun gönlünde olan isim Mustafa, Hürrem’in ve hanedanın gönlündeki isim ise Beyazıt oldu. Selim’in adı hiç anılmıyordu. Şehzade Mustafa yedi cellat tarafından -Kanuni’nin bulunmadığı- bir çadırda kementlerle boğdurulunca ortada taht için iki isim kaldı. Hürrem Sultan’ın –ki aslında sultan değildir çünkü sultan unvanı, oğlu tahta çıkan şehzade annelerine verilirdi ancak Hürrem oğullarından hiç birinin tahta çıktığı görememiş, ömrü yetmemiştir. Sultan unvanını ona Kanuni vermiştir.-  iki oğlu; Beyazıt, Selim.. Cihangir ise padişah olmak için elverişli bir şehzade değildi, bir rivayete göre ayağı aksak diğer rivayete göre ise kamburdu. Zaten Mustafa’nın üzüntüsüne dayanamayıp kısa bir süre sonra vefat etmiştir.

   Sözün özü akla gelmeyen Selim padişah oldu. Belki Mustafa başa geçseydi diğer kardeşlerini öldürtecek maktul yerine katil olarak anılacaktı ya da Selim ile başlayan duraklama devri Mustafa sayesinde daha ileri safhalarda karşımıza çıkacaktı kim bilir..
    
     Aklınızda kalan diğer soruları kütüphanelere ve araştırmacılığınıza bırakıyorum. Tarihi ve daha bir çok şeyi dizi veya türevi herhangi bir yerden değil araştırarak öğrenmeniz umuduyla...

      Yazar: Tuğba Güler

4 Şubat 2014 Salı

Yirmidokuz kasım

 
    Merhaleler katediyorum ardı ardına. Sebebini sonucunu bilmediğim. Öğrenmek için uğraşmadığım ilk defa. Boğazımdaki gemici düğümlerine efkar üflüyorum. Sitemkar bir edayla ağır ağır kalkıyorlar yerlerinden. Üstü başı toz içinde yirmidokuz kasımın. Eski şiirlerimden birkaç dize söylüyor giderayak. Naz makamında fakat sesi, ''hatıraları da toplayıp gidiyorum'' diyor aklı sıra. Bizimkinin sesini duymuş olacak, aralık peşinden kısık kısık döküyor eteğindekileri. ''Hani,'' diyor. ''Yazmıyor eskisi gibi ''. Duyuyorum söylediklerini. Bakışlarım mahmurlaşınca oda kaçıveriyor bakışlarını. Oysa gitmelerini ben istememiştim. Ne kiracısıydım ne de ev sahibi gönül denen evin. Her konanın göçtüğü bir yere, kim diyebilirdi ki ''benim'' ?..
    Onca gidenin ardından kış da yükünü toplamış gidiyordu şimdi. Defterlerimden cümleler dökülüyor. Kafamı kaldırıyorum yerdeki sözcüklerden. Defterlerimi de almış gidiyorlar. ''Biz kalırsak, sen hiç gidemeyeceksin '' diyor mavi önlüklü bir kız çocuğu. Yüzü tanıdık geliyor. Bakıyorum, elinde kara kaplı defter. ''Biz gitmezsek, sen asla yazamayacaksın'' diyor. Sonra ansızın kayboluyor boşlukta. ''Anılarım'' diyorum ''anılara takılı kalmak geleceğe bakamayanların işidir sadece'' diyor pek vefasız davrandığım baharlar. ''Sizde mi gidiyorsunuz yoksa? '' diyorum. ''Hayır, biz kışı uğurlamaya geldik.'' diyorlar. ''İnanmak, bahara inanmak; yersiz yurtsuz bir şiir artık benim için  '' diyorum. ''Sen hep şairdin,'' diyorlar ; ''sen hep şairdin..''