Okuyucularımız

29 Kasım 2013 Cuma

Cehennem - Dan Brown


 ‘’Cehennemin en karanlık yerleri, buhran zamanlarında tarafsız kalanlara ayrılmıştır…’’
  
   Dan Brown severlerin çoktan okuduğu bizimse aman efendim siz kenarda durunuz bizim işimiz okumayanlarla dediğimiz ‘’Cehennem ‘’ adlı kitabın eleştirisini yapacağız bugün. Cehennem dedim diye gözünüz korkmasın. Kitapta Dante’nin ilahi komedyasından tutunda Sandro Botticelli tarafından yapılan La Mappa de’ll İnferno (Cehennemin Haritası ) –  resmini  yanda ekledim – adlı tablosuna kadar bir çok sanatsal metinden, resimden, heykelden bahsediliyor. Sıkı bir araştırma içerisinde oluşturulduğu kapağından tutunda son sayfasına kadar kendini belli ediyor.
  
 Gözlerinizi kapatın ve açtığınızda farklı bir ülkede olduğunuzu ve hiçbir şey hatırlamadığınızı hayal edin. Ne büyük bir facia! Üstelik hastanede kafanıza kurşun yemiş bir  şekilde yattığınızı, gözünüzün önünde sizi korumaya çalışan bir doktorun tahtalı köye gönderilip, bir başka doktorun sizi kaçırdığını… Olaylar bu hızda devam ededursun,bizler ise kitaptan gözümüzü ayıramayacak kadar bağımlı hale gelelim.
  Olay örgüsü Floransa’nın tarih kokan sokaklarından başlayıp Venedik’in muazzam kanallarına oradan da  üç imparatorluğa başkentlik yapmış, insanlık tarihi kadar eski, dünyanın incisi İstanbul’a uzanıyor.
  İnsan nüfusunun kontrolsüz artışından dolayı gelecek yıllarda yaşanabilecek sıkıntıların önüne geçilmesinin mümkün olmayacağından korkan genetik bilimci Zobrist dünyaya veba kadar tehlikeli bir virüsü yaymaya çalışarak dünya nüfusunu 1/3 oranında azaltmayı hedefliyor. Harvard Üniversitesi Simgebilim Profesörü Robert Langdon ve arkadaşları da bu gizemli olayı ipuçlarını takip ederek  engellemeye çalışıyor.Kitabın son sayfalarına kadar gerilim dolu olması, yerinizden kalkmadan, ara vermeyi dahi unutarak sayfaları hızlıca çevirmenize sebep olacak.

 Biri Dan Brown’a navigasyon cihazı versin !
  
   Buraya kadar her şey iyi güzel. Tarih, müzeler, mekanlar çok güzel tasvir edilmiş. Floransa ve Venedik içinde aynısını düşünüyorken bir İstanbullu olarak, hele ki İstanbul’un her sokağını karış karış arşınlayan biri olarak, İstanbul için yazılan kısım beni hüsrana uğrattı. Dan Brown önceki kitaplarında da yaptığı gibi il haritasını kendine göre yeniden çizmiş olacak ki sayfaları her çevirişimde ‘’hadi ama oradan oraya o şekilde gidemezsin,bu imkansız bir yol haritası, İstanbul’dan bahsediyoruz ! ‘’ gibi cümleler kurmama sebep oldu. Anlattığı yerleri gözümde canlandırma konusunda ise eğer ışınlanma icat edilmiş olsaydı söylediğin yerler arasında bağlantı kurabilirdim ama ne yazık ki oradan oraya uçarak gidemeyeceğine göre biri Dan Brown ‘a Gps’in icad edildiğini söylesin  diye kendi kendime söylenmek zorunda kaldım. Benim bu durumum nafile bir yakınmadan öteye geçemedi.
  
 Toplum tasviri sorunu !
  
    Beni hüsrana uğratan diğer bir nokta ise kitapta anlatılan toplum kitlesinin ya çok mutaasıp ya da Avrupai model smokinli beyfendilerden oluşuyorken orta çizgiyi yakalayamamış olmasıydı.Bunların dışında anlatım esnasında değer yargılarımıza yer vermesi bir Müslüman ve Türk olarak beni mutlu etti.
    Dan Brown’un kitaplarını bilemeyenler veya okuma listelerine almak isteyenler için aşağıda hepsini yayımlandığı tarihler ile sıraladım;


-Dijital Kale (1998)
-Melekler ve Şeytanlar (2000)
-İhanet Noktası (2001)
-Da Vinci Şifresi (2003)
-Kayıp Sembol (2009)
-Cehennem (2013)

   Dan Brown diğer kitaplarında olduğu gibi bu kitabında da ‘ters köşe’ geleneğini bozmamış. Daha fazla yazımı uzatmadan  sizi kitaptan İstanbul’a dair bir alıntıyla baş başa bırakıp, iyi okumalar diliyorum.

‘’Burası ikiye bölünmüş bir dünya, karşıt güçlerin şehriydi: Dindarlarla laikler ;eskiyle yeni ; Doğu’yla Batı… Avrupa ile Asya arasındaki coğrafi sınırda duran bu ebedi şehir Eskidünya’dan daha da eski bir dünyaya uzanan bir köprüydü. İstanbul.’’


Yazan : Nur Bağrıyanık
Dırdırcı Editör : Mehtap Karayiğit


22 Kasım 2013 Cuma

Bir Başkası

Günler sizin olacak ve ben gecelerde yaşayacağım seni.
En saf haliyle acının ve ay ışığıyla yıkanmış,
Hasretler kuracağım.

Küfredip geçmişime umudu geleceğe yakın ırak!
Sen bir başkasının gönderdiği çiçekleri koklayacaksın!
Ciğerlerimdeki sızıyı dindirir diye nikotine boğulurken,
Belki bir kaç mısra karalarım adına şiir der bilmeyenler.
Soranlara söyleyeceğim lakin ben şiir yazmadım,
Hayatı döktüm satırlara hıçkırırken!

Belki hiç benim olmayacak şeyler için umut...
Belki hep benim olacak şeyler için özlem...
Belki bir gün sen...
Belki bir gün ben...
Şafağında kan kızılı gecenin...
Ne de olsa olsa gün sensin gece ben !

19 Kasım 2013 Salı

Ların Hikayesi



perde 1:

Gün döndü kurban verildi yıldızlar.
Astımını saklamak istercesine bir ihtiyar,
İçine içine öksürdü mintanının.
Kuşlar geçti penceremin önünden kırmızıydılar...
İncitilmiş sirk hayvanları kadar ürkek,ve ucube bir jonglör kadar.
Tanıma uygun yersiz yurtsuz perişanlıklarım var,
Teferruatta haiz olduğu üzre...
Korkuyorum bu gece lütfen benimle kal!
Karanlık içimde,büyüyor büyüyorum...
Geceler daha girift daha anlaşılmaz oluyor.
Geceleri seni daha çok seviyorum!
Bak gün doğrulmuş öpüyor geceyi ağzından!
Bir gemi limandan yükünü alıyor,
Kepenkler açılıyor yeni güne,
Esnaf dükkana sağ ayağıyla giriyor...
Gün dönüyor sevgilim bir kez daha ve sen,
Bir kez daha varoluşumu inkar ediyorsun.

perde 2:

Onulmaz boşluklara gebe bir mazi ki;
Bu seni sevmemi meşru kılmaz!
Denklemler seni anlatamaz,bilim yetersiz
İlim kırılgan tutunamayacağım kadar...
Düzenli olarak uğradığım bir çay ocağı var.
İklimsel değişikler kadar düzensiz bir hayatım.
-sürdürülebilirliği hala ispat olunmadı-
Bir de üzerime üzerime gelen dört adet duvarım...
Hayatın bana vaadettiği güzelliklerden bir kaç bin fersah uzağım!

perde 3:

Biliyorum tutarsızca seviyorum seni.
Ham kehanetler düzüyorum her gece gıyabında.
Keşfedilmemiş derelerde yıkıyorum saçlarını
Özlemini anlatamıyorum kelimeler dudaklarımı kemiriyor
Kays çöllere düşüyor ben üşüyorum...
Geceleri seni daha çok seviyorum.
Ların hikayesini anlatmayı bırakalı çok oldu sevgilim.
İsmini duyduğumda irkilmiyorum eskisi gibi,
Sesin çınlamıyor kulağımda rüyalarıma girmiyorsun...
Gülebiliyorum inanabiliyor musun?
Baktığın her yerde olmaya çalışan ben,
Bastığın kaldırım taşlarına basmamaya imtina ediyorum.

-SON-

17 Kasım 2013 Pazar

Senden Önce Ben- Jojo Moyes

  
  Fatih’e bir sokaktaydım.Kaldırımların kırık dökük ,yağmurun ahşap evlerin çatılarında ritim tutturduğu.Cumbalardan bakan yeşil gözlü kızların ve çocukların birbirini itiştirirken çamur birikintilerine yuvarlandığı bir sokakta.Birde boyunlarına astıkları son model fotoğraf makineleriyle şaşkın şaşkın gezindiği turistlerin.Onlar her bir köşe başında farklı bir dünya ile karşılaşırken,kitap okumak için son günlerde epeyce uğradığım bu hoş mekanda açılıp kapanan sandalyeme kurulmuş çayımın yaveri sigaramdan usulca bir nefes daha içime çekmek isterken yeniden farkına vardım nerede olduğumun.Jojo Moyes’le birlikte gezindiğim Londra sokaklarından beni ayıran sigaramın ardından yudumladığım soğuk çay olmuştu.Ağzımdaki tüm tadın kaçışıyla anlamıştım ki Mayes’le gezimiz biraz uzun sürmüştü.Oysa ki denileni yapıp kitabın son sayfalarını topluluktan uzakta okumayı planlıyordum.Yaşlar gözümden usulca süzülürken Will’in mektubunu bir kez daha okudum.Yaşadıklarıyla birlikte Will’in mektubu beni derinden sarstı sanırım.
   
   
    
    Bu güzel kitapla bizlere kahramanlarının duygularını yaşatan yazarımıza gelince; Jojo Moyes çiçeği burnunda bir yazar ve ilk kitabı olan ‘’senden önce ben’’ ile kendisi hakkında umut ışıkları aldığım bir yazar olarak listeme dâhil oldu.Umarım burada ki sıcacık hikaye ‘’sevgilimden son mektup’’adlı ikinci kitabında da bizleri kucaklar.Uzun zamandır böyle sürükleyici,içerisinde hem hüzün hem de tatlı çekişmeleri barındıran bir aşk hikayesi okumamıştım.İtiraf etmeliyim ki erkekler ağlamaz klişesini ortadan kaldırabilecek güçlükte bir kitap.Gelelim kitabın içeriğine:
  Motorsiklet kazasıyla tekerlekli sandalyeye hayatı bağlanmış ,daha önceleri yerinde duramayan, kızları kendine hayran bırakacak derecede yakışıklı ve bir o kadar da kibirli olan Will.Birde eviyle otobüs durağı arasının 158 adım ettiğini hatta platform topuklu giydiyse bunun 180 adıma çıkacağını hesaplayacak kadar hayatı sıradan olan bir kız. Yedi yıllık birlikteliğini bir türlü evliliğe taşıyamamış, kız kardeşinin gölgesinde, hayatını  bir lunaparktaymış gibi yaşayabilen Leo.Birinin hayatında griden başka ton yok,diğerinde ise gökkuşağını kıskandıracak kadar renkli.Bir yanda hayatını sonlandırma düşüncesindeki Will,diğer yanda onu hayata bağlamak için elinden gelen gayreti gösteren Leo.
     
        Sizce hangisi başarılı olur?

    Sayfaları çevirmenin vakti geldi.Bir an evvel okumaya başlamalısınız.Eğer benim gibiyseniz kitabı bitirmeniz an meselesi.Yok eğer dırdırcı editörümüz gibi ağır ağır gitmeyi sevenlerdenseniz yanınıza bir fincan çay alsanız iyi olur.Eh Leo’nun da dediği gibi ‘’iyi demlenmiş bir fincan çayın çözemeyeceği sorun yoktur.’’Bu arada siz çayınızı soğutmayın,soğuk çayın tadı hiç güzel olmuyor, benden demesi  :)

    Yazar:Nur Bağrıyanık
    Dırdırcı Editör: Mehtap Karayiğit