Okuyucularımız

29 Kasım 2012 Perşembe

Mecnun ile Leyla

''...
-Ben nur diyorum,sen çamur anlıyorsun,ben seni aşka davet ediyorum sen beni ateşe salıyorsun.Gerçi hoş ateşinde yanmak da var yazgımda;ama yaktığın ateşlerden büyük ateşlerde yanmaya yan çizeceksen ben niye yanayım?Ben aşk diyorum sen ''aşk olsun'' diyorsun.Ben gönül diyorum sen gölgelerin peşinde yol alıyorsun.Uslan artık yüreğim,bir derdim olmalı ki bin dermana değişmeyeyim.Şimdi söyle sen dert misin?..''
                                                                                Sinan Yağmur/Aşkın Gözyaşları-Tebrizli Şems



  Mecnun ile Leyla       

  nefes almak bile bu kadar zor gelir mi insana?
  telafi mümkün mü camdan kalbi olana?
  kendine büyük gelecek bir yürek edinmemeli insan,
  sevginin büyüklüğünü dolduracak bir yürek bulunmuyor her zaman.
  gerçek sevginin hayalini kuranlar bile
  yalan bir aşkı yaşamayı tercih ederken
  hangi doğruya inanılır ki bu hayatta?
  yağmur öncesi kasvet basar şehri
  kasvet değildir ya ruhunu görür her insan
  bu yüzden iç çekişlerini saklar damlalara
  altı üstü sevmiştir mesela
  ama hayat bu ya bir çomak sokulmuştur mutlaka
  bindiği dalı kesmeye karar verir neden sonra
  geceler uzarken gündüzlere
  bir yudum sudan yaratılan varlığın
  altını üstüne getirmiştir bir sevda
  kimse bilmez oysa
  hayalinin kurduğu aşkın
  birinin içinde açmak için tutuşan bir gonca olduğunu
  beklediği mevsimin çok uzak olduğunu anlayınca
  solar ve toprağa karışır gönül diyarında
  bu yüzden iz bilmez güvercinler
  hep yanlış adreslere götürmüştür mektupları
  sevilen mi?
  o başka bir mektubun hülyasında..
  işte bu yüzden güzel hala mecnun ile leyla
  bu yüzden aşk hala bir martının kanat çırpışında
  bu yüzden aşk; Yunus ile dem olup,
  Mevlana gibi yanmakta...

26 Kasım 2012 Pazartesi

Uyan

 
 Yerleşmiş bir zaman olgusunun içinde,belki farkında olmadan ama çoğu zaman gayet gönüllüce yaşııyoruz ''kendimize biçileni''.Sorgulamadan,karşı çıkmadan,biçildiğini sandığımız her ne ise onun niteliği hakkında çaba göstermeden...
  Beş duyu organına en gerçek şekilde hitap eden ama her şeye rağmen soyutlukla atfedilen zaman denen kavramı dahi,en nihayetinde yirmi dört parçaya ayırmış insanoğlu.O ayrılmış parçalar bize aldırmadan ilerlerken -miş'li geçmiş zamanlarda yaşıyoruz bugünü unutup.
 Sanrılarla ördüğümüz yalancı realiteler arasında yaşıyoruz mutluluğu.Kaybolduğumuz birer okyanus oluveriyor en iyi bildiğimiz yollar.Rotayı unutup,yada hiç var etmeden onu,varlığından dahi bihaber geziniyor ıinsan hayatın koynunda.Söz konusu yaşamı,yaşadıkları,yaşayacak oldukları olduğunda bir seyirci edasıyla davranıyor ''hayat''a karşı.
 Hayallerimizi sıkıştırıp yatırdığımız o paket geri döndüğünde;o paketi hazırlamak için ne kadar uğraştığımız sorusunu sormadan kendimize,kabul ediyoruz alternatifleri.Gerçeklerin korkusundan inanmak istemediğimiz her şeyi gönderiyoruz zihnimizin en ücra köşelerine.Ve bum!..O yığın patır patır dökülüyor birgün gözlerimizin önüne.Ne kaçmak fayda eder artık ne de unuttum sanmak.
 Oysa kurgusu sana aittir bu romanın.Dünün mengenesine sıkışan bugününü kurtar yeter ki.Düşle,hayal et; yarını,sonsuzluğu...
 İşte o zaman uzak değil gökkuşağının yedi rengi.Uzak değil yüzüne gerçek bir tebessümün yayıldığı anlar.İmkansız değil hiçbir zaman yeniden başlamak.
 İşte şimdi!..sil geçmişini ve ''uyan'' yeni güne;

 Merhaba...

25 Kasım 2012 Pazar

İlk Kapı

'' Eski bir verandadan adımımı attım içeri.İçerisi soğuk,dışarıda ocağın renkleri.Gel dedi içerideki,gel...Sesi tüm korkulardan uzaktı sanki,ocağın soğunu yakmış,sımsıcak bir haykırışın sesi...Gel dedi,burası ümitsizlik kapısı değil...''
 Anlamları nefesinde süzen neyzen misali, mürekkepte eritip sözlerimizi sunduk bu gönül diyarına.Satır satır her bir gönül kapısının ardına uzanmaya.Şu kırk kapı gibi değil midir insanoğlunun çeşit çeşit halleri?Her bir kapının ardında başka bir hâl dili...
Bu yüzdendir kırk kapı kırk satır.Her bir hâlden her bir demden.Sayfalar arasında kimi zaman kendini kaybetmiş, kimi zaman kendini bulmuş nicesine;

Hoş geldin ey dost !..