"Ne gidebiliyorum ne kalabiliyorum anlıyormusun?" demişti gitmeden hemen önce. Anlamsızca yüzüne baktım. Söyleyecek söz bulamadığım da hep böyle yaparım. Onu tanıdığımda hayata dair en ufak bir fikrim yoktu. Sıradan bir üniversite öğrencisiydim. Fakültenin girişinde bir dersi dinlermiş gibi yaptıktan hemen sonra, elinde Alper Canıgüz'ün "Oğullar ve Rencide Ruhlar" romanı, beline ne kadar uzanan kumral mı kahverengi mi olduğuna hâlâ kesin bir kanaat getiremediğim saçlarını, burnumun ucundan savurarak geçtiği günü unutmam mümkün değil. Saçlarının kokusunu sigaramdan aldığım derin bir nefesle dağıtıp İsmaili bir teslimiyetle ardısıra yürüdüm. O nefesi hiç vermemeyi dilerdim.
Kampüs kafenin hemen girişindeki bir masada buldum onu. Yüzüne iki beden büyük gelen su yeşili gözleri ile etrafı inceliyordu. Masaya doğru yürüdüm kitaplarımı masaya bıraktım gözlerini gözlerime sabitlediği anda;
- Küstahlığı mı bağışlayın fakat, insanlara böyle bakmalısınız. Birinin canı yanabilir.
- Küstahlığınızı bağışlıyorum fakat boş bakan gözler boş zihinlerin yansımasıdır bayım.
Çarptığım kayanın sertliği bir anda zihnimi berraklaştırdı. Parmak uçlarında çalışkan karıncaların ayak seslerini duyar gibi oldum. "Ersan Kemal değil mi?" diye devam etti. Bugünü ne zamandır planlıyordu bilmiyorum fakat, kitaplarının arasından bir kâğıt çıkartıp üzerine tarih attıktan sonra bana uzattı.
21 haziran 2010
İş bu sözleşme taraflar arasında bir bağlılık yemini addedilecektir. Tek taraflı feshi mümkün olup üç ayda bir yenilenecektir.
Öykü İrfan Ersan Kemal
Cebimden bir kalem çıkarıp imzaladım. O sözleşmeyi hiç imzalamamayı dilerdim.
Öykü İrfan'la nefes almadan geçirdiğimiz dört senenin ardından 21 haziran 2014 günü ani bir karar aldı kendisi, dört yıldır düzenli aralıklarla yenilediğimiz sözleşmemizi tek taraflı fesh etti. Kampüs kafede tanıştığımız masada oturmuştu. Suratı Taksim meydanı'ndan daha kalabalık, gözleri her zamankinden daha yeşildi. "Ne gidebiliyorum ne kalabiliyorum anlıyor musun?" dedi. "Bir şeyler, eksik! " Kaşları göz kapaklarını eziyordu. Nuh, gözlerinde yaklaşan tufana hazırlanıyordu.
- Ne yapacaksın?
- Sözleşmemizi feshediyorum.
- Yani bir daha olmayacak mısın?
- Bilmiyorum!
Gitti! Beynime hücum eden kanın sesini duyabiliyordum. Son sözü kulağımda yankılanıyordu; "Bilmiyorum!". Su içer gibi söylemişti bunu, nefes alır gibi... Bilmiyordu öyleyse, gelebilirdide. Ben de bilmiyordum. Bilinmezliğin ortasına paraşütle atlamış gibiydim. Doğduğum gün öleceğimi bilsem, hiç doğmamayı dilerdim!
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder